30 Kasım 2013 Cumartesi

HONDA CRF 250 L İÇİN DAHA BÜYÜK YAKIT DEPOSU

Honda CRF 250 L piyasaya 2013 yılında çıktığı için birkaç ay öncesine kadar piyasada daha büyük bir yakıt deposu bulunmuyordu. Ama artık böyle bir yakıt deposu var. Bilindiği gibi, CRF 250 L kullanıcılarının en büyük sıkıntılarından biri, 7.7 litrelik küçük yakıt deposu. Bu, olmadık yer ve zamanlarda yakıtın bitmesine, sürücünün yolda kalma korkusu yaşamasına, zaman zaman bidonla yedek benzin taşımasına ve uzun yolda her 100-130 km.'de bir benzinliğe girmesine neden oluyordu. Ama artık bahsettiğim sıkıntıları büyük ölçüde ortadan kaldıracak bir seçenek bulunuyor. Amerikan firması IMS, standart yakıt deposundan 4 litre daha büyük (11.7 lt.), zorlu arazi koşullarına uygun, siyah renkli plastik bir yakıt deposu sürdü piyasaya. Böylece CRF 250 L, yeni yakıt deposuyla 200 km. hiç durmadan yolculuk yapmayı garanti ediyor. Benzin deposunun fiyatı 275 dolar. Amerika içine kargo ücretsiz ama Türkiye'ye yollatmayı düşünenlerin gümrük vergisi ve kargo ücreti ödemek zorunda kalacaklarını belirteyim. İlgilenenler için link:




28 Ekim 2013 Pazartesi

Honda CRF 250 L İncelemesi


Honda CRF 250 L, çıktığı günden bu yana ilgi çeken ve merak edilen bir motosiklet oldu. 250 cc segmentinde fazla seçenek olmaması ve ek olarak fiyatının rakiplerine göre daha düşük olması bu ilgiyi daha da arttırdı.
Honda, bu motosiklet ile birlikte pazara modern bir motosiklet kazandırmış oldu. Daha önce 4999 $’lık fiyatı ile CRF 230 L’nin yerine üretilen bu motosiklet ile Honda daha fazla rekabet etme ve bu rekabetten pay alma şansı kazandı. CRF 230 L kötü bir motosiklet olmamasına karşın daha kaliteli olan Yamaha XT 250 ve daha off road özellikli bulunan Kawasaki KLX250 karşısında zayıf kalıyordu. CRF 250 L ile Honda büyük bir adım atmış oldu.

CRF 250 L, güvenilir ve dayanıklı bir motosiklet. Sürüşü keyif veriyor

Gelelim motosiklete… CRF 250 L agresif görüntüsü nedeniyle pek çok insanda kros motoru olduğu izlenimi uyandırıyor. Hatta forumlardan gördüğüm kadarıyla, motosiklete yeni başlayacak olanların bir bölümü bu motosikleti büyük ölçüde kros amaçlı kullanım için almak istiyor. Bu konuya aşağıda daha ayrıntılı olarak değineceğim. Şimdilik motosikletin görünümü ile ilgili değerlendirmelerimize devam edelim.
CRF 250 L’nin grenajı modern. Siyah beyaz ve kırmızı beyaz olarak iki renkte üretilen bu motosikletin Türkiye’de yalnızca kırmızı beyaz rengini bulmak mümkün. Kırmızı beyazın bu motosiklete daha fazla yakıştığını düşünmekle birlikte diğer renk seçeneğinin de bulunmasını tercih ederdim.
Grenajın plastik olması, hasar karşısında ucuza parça değişim imkânı sağlıyor. Motosikletin bakımı çok kolay. Bütün parçaları kolayca sökülüp takılabiliyor. Motosikletin sol tarafında, basit tamiratları yapabilmek için anahtarla açılabilen gizli bir bölme var ve çok iyi gizlenmiş. Kullanılan malzemeler genel olarak iyi. Ayaklıklar geniş ve dişli, off road kullanımı için uygun. Gösterge elektronik, rakamlar büyük ve okunaklı. Yakıt göstergesi ile dijital saat çok yararlı, devir saati yok. Aynaların görüş açısı çok iyi, görünüşleri de güzel. Ön far ve arka lamba modern ve güzel bir görünüme sahip. Ön far agresif çizgiler taşıyor, bu da motora hoş bir hava vermiş.

CRF 250 L'nin ön farı agresif çizgiler taşıyor
Yakıt deposu, bu tür motosikletlerde olduğu gibi küçük, 7.7 litre uzun menzillerde yetersiz kalıyor. Benim gibi uzun yol yapmayı seviyorsanız ve zaman zaman medeniyetten uzakta seyahat ediyorsanız ne yazık ki yanınızda fazladan yakıt taşımanız gerekiyor. Acerbis firması, CRF modelleri için off road’a ve daha uzun menzile yönelik plastik ve daha büyük yakıt tankları üretiyor ama belki CRF 250 L henüz yeni bir model olduğundan, piyasada şimdilik plastik yakıt deposu bulunmuyor (artık daha büyük plastik depo temin etme olanağı bulunuyor, bkz. http://motosikletgezileri.blogspot.com/2013/11/honda-crf-250-l-icin-daha-buyuk-yakit.html
Plastik yakıt tanklarının avantajı, bilindiği gibi darbe sırasında daha dayanıklı olmasından kaynaklanıyor. Metal tanklar, darbe aldığında içe göçtükleri ve bunun sonucunda çoğu zaman onarımları da olanaksız olduğu için motosiklette kalıcı hasar bırakabiliyor.

Gidon yüksekliği ayakta sürüş için çok konforlu değil, biraz daha yüksek bir gidon daha iyi olurdu.

Farların gücü yeterli. Kısa farlar parlak, zaman zaman diğer araç sürücüleri tarafından uzun far sanılıyor.
Ön ve arka hidrolik disk frenler vasat. Arka fren dikkatli kullanılmazsa (özellikle acil frenleme durumunda) çabuk kilitliyor. Haliyle durma mesafesinden de üstün bir performans beklememek gerekiyor.

Motosikletin dengesi iyi, ağırlığı sürüş esnasında hissedilmiyor ama 138 kg kuru (144 kg dolu depo) ağırlığı biraz fazla. Öyle ki, bu ağırlık CRF 250 L’yi segmentindeki en ağır motosiklet haline getiriyor.

CRF 250 L dolu deposuyla 144 kg.'ye varan ağırlığı ile rakiplerine göre daha ağır bir motosiklet


Selesi bu tür bir motosiklet için rahat sayılır. Segmentindeki en konforlu sele CRF 250 L’ninki. Tek kişi Antalya’dan İzmir’e yaptığım (yaklaşık 500 km) yolculuklarda, benzin almak için durmak zorunda kalışımı saymazsak, hiç mola vermeden yolculuk yapabiliyorum. Bu kişiden kişiye değişebilir ama kanımca konforlu ve yorulmadan seyahat etme limiti bu motosiklet için günde 300 km. civarı. Fazlası yorucu oluyor. Sele, bir saatten sonra uyuşturmaya başlıyor, özellikle saatte 100 km hızın üzerine çıkıyorsanız, artan titreşime bağlı olarak bu uyuşukluk/karıncalanma hissi artıyor.
Sele, iki kişi için dar ve bu şekilde yolculuk yapmak keyifli değil. Bir başkası ile yolculuk yaptığınızda, uyuşukluk hissinden kurtulmak ve daha rahat bir oturuş pozisyonu elde etmek için selede yer değiştirmeniz mümkün olmuyor ve 45 dk.’dan sonra ya kısa bir mola vermeniz gerekiyor, ya da arada sırada motosiklette ayağa kalkmanız… Oturuş pozisyonu ve ayaklıkların mesafesi iyi. Ancak arka yolcu için ayaklıklar yüksekte kalıyor ve mesafe kısa. Oturuş pozisyonu rahat değil. Kısa ayaklık mesafesi ve yükseklik, arkada oturan için uzun yolda diz ağrısına neden oluyor.
Biz bu sorunu, arkaya koyduğumuz çanta (topcase) ile hafiflettik. Kız arkadaşımın diz ağrısı hissedilir derecede azaldı. Çünkü artık sırtını yaslayabiliyor ve böylece dik oturmak için fazladan güç harcamıyor. Kız arkadaşımın bir diğer şikâyet konusu, çok yukarıda kaldıkları için, arkadaki ayaklık yerlerinden yeterince destek alamamasıydı. Arkaya monte ettirdiğim yan çanta demirleri buralara kadar uzandığı için şimdi ayaklarını buralara da dayayıp daha iyi destek alabiliyor. 

CRF 250 L'nin selesi iki kişilik yolculuklarda çok rahat değil

Titreşime gelirsek… 100 km.’nin üzerinde hissedilir derecede artış oluyor. Ama bu artış, aynaları titretecek, ayaklıklardaki ayaklarınızı uyuşturacak ölçüde değil. Kabul edilebilir bir titreşimden söz ediyorum. Motosiklet 115 ile 120 km. hız aşılırsa hafif yalpalamalar yapmaya başlıyor. İki kişi ile yolculuk sırasında ağırlık nedeniyle bu yalpalama ya hissedilmiyor ya da ciddi ölçüde azalıyor. Gene de bu yalpalama sürüşü riske sokacak, dengeyi bozup kontrolü yitirmenize neden olacak ölçüde değil. Yalnızca sürüş konforunu azaltıyor ve sürüş bu saatten sonra iyice vahşi/tatsız bir hale geliyor.
Hız konusu, forumlarda en çok tartışılan konulardan biri ve en çok yanlış bilgi de bu konuyla ilgili. Bazıları, motosikletin çok rahat bir şekilde saatte 140 km. hıza ulaştığından söz etmiş. Bu bilgi kesinlikle doğru değil. Bu motosiklet ile 4 ayda 10.600 km.’yi aşkın yol yaptım. Bunların büyük bölümü uzun yoldu ve defalarca son sürate çıkma, hızlanmasını görme ve değişik yol ve hava koşullarında test etme imkânı buldum. Motosikletin son hızını saatte 120 km. olarak belirtirsem yanlış söylemiş olmam. Ama yol koşulları (eğim, asfalt kalitesi, vb.) ile hava koşulları (rüzgâr) bu durumu çok değiştiriyor. Bazen 105 km.’yi geçemezken, bazen 130’lara çıktığım oldu. Ancak 130’lara nadir çıkıyor. Hatırladığım kadarıyla ibrede en çok 141 km.’yi gördüm ama yalnızca birkaç saniye sürdü. Düş kırıklığına uğramayın ve son sürati saatte 115 ile 120 km. arası kabul edin. Kaldı ki, saatte 130 km ve üzerinde yalpalama ve titreşim arttığı için motosikleti kontrol etmek güçleşiyor. Sürüş de büsbütün tatsız bir hale geliyor. Hız sizin için önemli bir kriterse, belki de bu motosiklet sizin için uygun olmayabilir.

Motosikletin (yurtdışı testlerinde) en çok eleştirilen noktası ise, arka süspansiyonu. Ön süspansiyon idare eder ise de, arka süspansiyon arazi için fazla yumuşak. Bu nedenle sert off road denemelerinden kaçınılması, kros amaçlı kullanılmaması gerekiyor. Bu amaçla kullanmak isteyenlerin yurt dışında arka süspansiyonu değiştirttiğini de belirteyim (600 $ civarı). Süspansiyon sertliği ayarlanamıyor ve bu da olumsuz bir özellik. CRF 250 L, hafif arazi koşullarında son derece başarılı. 
CRF 250 L, ağır olmayan her türlü arazi koşulu ile çok rahat başa çıkabiliyor


Sele yüksekliği 875 mm. Bu, boyu 1.75 altında olanlar için biraz sorun olabilir.

Yakıt konusunda kesin bir rakam veremeyeceğim. Sürüş tarzı çok etkiliyor. Agresif ve hızlı kullanımda (uzun yol için) bir depo ile ortalama 130 - 150 km. yol yapılıyor. 100 km.’nin altında bir hızla seyredildiğinde ise 180 km bulabiliyor. Deposu 28.10.2013 tarihi itibariyle 30 TL’ye doluyor. Fabrika değerlerine göre, motosiklet 100 km.’de ortalama 3 lt. benzin tüketiyor. Benim hesaplarıma göre ise uzun yolda ortalama 3,5 lt. tüketiyor (üreticiler genellikle ideal koşullarda test ettikleri için çoğu zaman fabrika verileri daha düşük çıkıyor). Şehir içi 4 lt. yakıyor. Bu rakamlar kesin değil, benim gözlem ve deneyimlerime dayanıyor.

Motosikletin egsozu yukarıda kaldığı için buralara yan çanta koymak ciddi bir sorun oluyor. Bu yüzden kumaş çantamı iki kez yaktım. Türkiye’de buna uygun çanta demiri de bulamadım. Demirciler de çoğu zaman uğraşmak istemedikleri için yapmaya yanaşmıyor. Çareyi Amerika’dan 289 $’a yan çanta demiri getirtmekte buldum.
Bu motosiklet yeni üretildiği için şu anda piyasada yeteri kadar destekleyici ürün bulunmuyor. Zamanla daha iyi olacaktır.

Konfor önceliğiniz değilse, CRF 250 L ile iki kişi de seyahat edebilirsiniz 

CRF 250 L, şehir içi kullanımda da çok rahat. Arıza çıkarmayan, bakımı kolay ve dayanıklı bir motosiklet. İlk kez motosiklet alacaklar için de çok iyi bir seçenek. Ayrıca eğer konfor düşkünü değilseniz, bu motosiklet ile dünyanın öbür ucuna bile gidebilirsiniz (yalnızca küçük yakıt tankı biraz sorun olabilir).


26 Ekim 2013 Cumartesi

Kuzey Ege ve Güney Marmara Motosiklet Gezileri, Dördüncü Bölüm: Çanakkale ve Assos

Gökçeada’dan doğruca Çanakkale’ye feribot yoktu. Bu yüzden önce saat 15:00 feribotuyla önce Kabatepe’ye geçtik. Kabatepe’den, Eceabat’a giderek (on beş km) Çanakkale feribotuna binmek gerekiyor. Feribot fiyatları, 150 cc üzerindeki motosikletler için standart: 10 TL. Yolcular için ayrıca ücret alınmıyor.
Feribot saatleri yazın, kışın ve bayramlarda değiştiği için yola çıkmadan önce güncel bilgileri http://www.gestasdenizulasim.com.tr/ ‘den öğrenin. Feribot limanında araç kuyruğu oluştuğu için, feribot saatinden yarım saat önce limanda olmaya çalışın. Genellikle motosikletlere öncelik tanınıyor ve kuyruktan çıkarak feribota binmeniz için görevliler tarafından size yol veriliyor. Feribot biletini, feribota binmeden hemen önce gişeden almanız gerekiyor. Buradan verilen fişleri saklayın, çünkü feribot girişinde görevli bunları görmek istiyor ve köşelerini yırtıyor.
Son iki geceyi ıslak, uykusuz ve biraz da gergin geçirmiştik. Bu yüzden yorgun ve kirliydik. İyi bir uykuya ve sıcak bir duşa ihtiyacımız vardı. Geceyi bir otel veya pansiyonda geçirmeye karar verdik. Lonely Planet’ta tavsiye edilen otellerden ikisine, cep telefonundan internete girerek baktık ama www.booking.com'da akşam için yer olmadığı belirtiliyordu. Bir diğer seçenek olan Yellow Rose Pansiyon’da yer vardı, telefonla da teyit ettirdik. Kitapta 2011 yılı için fiyat, iki kişilik oda için kahvaltı dahil toplam 40 TL yazıyordu, güncel fiyatı ise 60 TL idi.
Çanakkale’ye çıkınca, kentin merkezinde, saat kulesi civarındaki pansiyona gittik. Odalar küçük ama temizdi. Duş için sıcak suyu vardı (şampuan, saç kurutma makinesi, vs. bulunmuyor). Pansiyonun yeri çok iyi. Buradan, müzeler dahil görülmeye değer her yere kolayca ulaşabilirsiniz. Pansiyonun iyi taraflarından biri de, garajının bulunmasıydı. Motosikletimizi garaja koyup kilitleyince rahatladık. Pansiyonun kahvaltısı klasik: ekmek, beyaz peynir, tereyağı, reçel, haşlanmış yumurta, doğranmış salatalık, çay veya kahve. Doyurucu bir kahvaltı. Personeli kibar ve ilgili. Odaları saat 11:00 boşaltmak gerekiyor ancak biz müze ziyareti yapacağımız için rica ettik, böylece motosiklet çantalarla birlikte garajda kalmaya devam etti, kaskları da resepsiyona bıraktık.

Yellow Rose Pansiyon'un adresi: Kemal Paşa Mah. Yeni Sokak, no: 5, Cevatpaşa, Çanakkale
http://www.yellowrose.4mg.com
Tel. no: (0286) 217 3343 

Çanakkale küçük ve güzel bir kent. Saat kulesini birçok dükkân ve mütevazı restaurant kuşatıyor. Biraz ötede, Osmanlı ordusunun, Çanakkale’yi geçmeye çalışan düşman gemilerine karşı kullandığı toplardan birini görebilirsiniz.
Saat Kulesi, Sultan II. Abdülhamit zamanında yapılmış

Akşam sahil kesiminde yürümek keyifli. Burada sahil boyu kafe ve barlar bulunuyor ve oldukça canlı bir yer. Bir bara oturduk, bira 8 TL idi. 
Saat kulesinden sahile yürürseniz, birkaç dakika sonra sizi Troy filminde kullanılan Truva Atı karşılayacak.
Truva Atı, göründüğünün aksine tahtadan yapılmamış

Otelin biraz ötesinde ise Çimenlik Kalesi var. Deniz kıyısında yer alan kale, tamamını Türklerin yaptığı nadir kalelerden biri. Giriş kişi başı 5 TL. Müzede fotoğrafa izin verilmiyor, ancak 10 TL öderseniz izin veriliyor (biz ödemedik, yalnızca bahçede birkaç fotoğraf çektik. Müzede sergilenenler Kabatepe Tanıtım Merkezi’ndekiler ile çok benzerdi). Kalenin bahçesinden Gelibolu’yu, Kilitbahir Kalesi’ni izlemek çok keyifli. 
Çimenlik Kalesi bahçesinden Gelibolu'daki Kilitbahir Kalesi'nin manzarası

Bahçede Osmanlı zamanında ve yakın geçmişe dek kullanılmış çok sayıda top, mayın, vb. silahlar sergileniyor. İçeride ise Gelibolu kara savaşları sonrasında ele geçmiş tüfekler, çeşitli malzemeler, mermiler ve diğer aletler sergileniyor. Müzeyi gezmek bir saat sürüyor.
Çimenlik Kalesi'nin bahçesinde çok sayıda top bulunuyor

 Arkeoloji Müzesi ziyaretini iptal ettik çünkü zamanımız kalmamıştı. Assos ve İzmir'e dönüş için önümüzde uzun bir yol vardı. Aklımız Arkeoloji müzesinde kalsa da, bu, buraya tekrar gelmek için iyi bir bahane olacaktı.
Assos’a, Gezi Türkiye Tatil Rehberi’nin tavsiyesine uyarak farklı bir yoldan ulaştık. Ezine’den Ayvacık yönüne gitmek yerine Gülpınar’a yöneldik. Bu yol daha uzun ama trafik yok, kırlardan ve köylerden geçiyor. Manzarası güzel, zamanınız varsa deneyebilirsiniz. Yol boyu birkaç antik kent tabelasına rastlayacaksınız. 
Assos'a girişte Aristoteles'in heykeli karşılıyor

Assos’a vardığımızda saat 16:30’a yaklaşıyordu. Assos çay bahçesinde gözleme yedik (tanesi 4 TL). Sonra Assos antik kentine çıktık. Giriş 8 TL, müzekart geçerli. Antik kente, taşlı yollardan  birkaç dakikalık bir yürüyüşle ulaşılıyor. Yol boyu satıcılar dizili, bunlar, örtü, şal, magnet, heykelcik gibi şeyler satıyor. Hedeflerinde kadınlar var, erkekler pek alışveriş yapmadıkları için onlara seslenmiyorlar. Assos, turistik bir yer olduğu için burada otel fiyatları yüksek. 
Assos antik kentinin manzarası günbatımında müthiş, zaten herkes günbatımına doğru geliyor. 

Assos'ta günbatımı


Athena Tapınağı’ndan birkaç sütun ayakta. Aristoteles burada birkaç yıl kalıp ders vermiş, Pers istilası baş gösterince ayrılmış. İlk ziyaretimde olduğu gibi bu kez de Assos'tan ayrılmak istemedim ve Aristoteles’in neden burayı tercih ettiğini daha iyi anladım.
Athena Tapınağı'ndan geriye kalan birkaç sütundan ikisi

Eskiden tapınak böyle görünüyormuş
Assos'tan manzara

İnsan bu manzaraya dalıp gidiyor

Assos yat limanı görülmeye değer

Assos yat limanı restaurant ve otellerle dolu

Burada bir saat kalıp ayrıldık. Motosiklete bindiğimizde hava kararıyordu. Dönüşe geçmeden önce Annie'ye yat limanını da göstermek istiyordum. Ancak limana varınca zamanımız kalmadığı için motordan bile inemeden geri döndük, İzmir'e doğru yola düştük. Tam karşımızdan doğan koca ay kızıldan sarıya dönüyor ve bize yol gösteriyordu. 23:50’ye dek süren yolculuğumuz, başladığımız yerde, İzmir’de son buldu.
Bu gezide, istememize rağmen Bozcaada’ya gidemedik. Bir başka sefere Ayvalık, Gelibolu ile Çanakkale’nin (arkeoloji müzesi) göremediğimiz kısımları ile Bozcaada gezisini yapmak istiyoruz.
Beş gün boyunca zaman zaman dışarıda yedik, zaman zaman da marketten satın aldığımız yiyecekleri.  Bir gece hariç diğer geceleri kampinglerde, çadırımızda geçirdik. Toplam konaklama masrafımız 140 TL tuttu.Honda CRF 250 L ile beş günde 1056 km. yol yaptık. Benzin için 225 TL harcadık. Gezinin toplam maliyeti (benzin dahil) 670 TL oldu.
İlerleyen günlerde, yanımıza aldığımız eşyaların listesini de yazacağım.

Gezinin kısa video klibi için: http://www.youtube.com/watch?v=PkKkl_z-qyA













Kuzey Ege ve Güney Marmara Motosiklet Gezileri, Üçüncü Bölüm: Gökçeada

Bir sonraki durağımız Gökçeada’ydı.  Feribotumuz Kabatepe’den Gökçeada’ya saat 19:00’daydı. Bir saat on beş dakikalık bir deniz yolculuğu sonunda Gökçeada’ya çıktık. Lonely Planet’ta yazan Şen Kamping’i aradım ama telefona cevap veren olmadı. Nereye gideceğimizi, nerede kalacağımızı bilmeden Kuzulimanı’ndan Gökçeada’ya doğru yola çıktık. Yolda benzin almak için durduk ve neyse ki, benzinlikte çalışan kişi bize bu konuda çok yardım etti. Gelibolu’yu geçip düz devam etmemizi, Aydıncık yönüne sapmamızı Eşelek Köyü’nden sağa ayrılan yolu takip etmemizi söyledi. Bize bir de uyarıda bulundu. Burada koyunların başıboş olduğunu ve yollarda yattıklarını söyledi. Gerçekten de, yol kenarları koyun doluydu ve virajlı yollarda dikkatli ve son derece yavaş bir şekilde yol aldık. Yaklaşık yarım saat sonra Şen Kamping’in tabelasını gördük. Kamping görevlisi, bize kalabileceğimiz yerleri gösterdi. Burası deniz kıyısında, rüzgâra açık bir yerdi. Önceki gece Gelibolu’da kalırken, gece hava rüzgârlı olmasına rağmen kampingteki ağaçlar bizi rüzgârdan korumuştu. Yorgunduk ve sinirlerimiz gergindi. Kumda motor devrildi. Sonrasında çadır yeri ve motorun duracağı yer konusunda bir süre tartıştık. Çadır kurduğumuz yerde hasır bir gölgelik vardı ve bu hem motoru, hem de çadırı yağmurdan koruyacaktı. Motoru bu gölgeliğin demirlerine sabitleyip, ayaklığının altına da düz bir taş parçası koydum. Böylece motor çadırın üzerine devrilmeyecekti. Çadırın dış tentesini örtmemiştik. Yağmur başlayınca, rüzgârla birlikte yağmur Annie’nin yattığı kısma vurmaya başladı ve burası içeriden nemlendi. Gece çıkıp dış tenteyi örttüm, rüzgârda bu iş çok zordu. Ayrıca yumuşak kum nedeniyle çadır kazıkları pek iyi tutmuyordu. Birkaç saat sonra yağmur dinmişti ama rüzgâr iyice azıtmıştı. Çadır tentesinin olmadığını fark ettim. Rüzgârda uçup gittiğini sandım ama bir tarafındaki kazıklar çıkınca diğer tarafa yığılmış, üzeri su doluydu. Kumun üzeri de göllenmişti ve neredeyse buz kadar kaygandı. Az kalsın suyun içine düşüyordum. Rüzgârda uzun süre boğuştum. Sağdan soldan topladığım sandalyelerle hem çadırı, hem de dış tenteyi destekleyip güçlendirdim. Tatsız bir gecenin ardından gergin bir şekilde uyandık. Özellikle koşullar Annie için ağırdı. Rüzgâr hâlâ çok güçlüydü, öyle ki her şeyi uçuruyordu. Dikkatli bir şekilde toparlandık, bu yüzden biraz uzun sürdü. Hava açmaya başlamıştı ve güneş vardı. Güneşi özlemiştik. Buradan bir an önce ayrılmak istedik. Toparlanıp yola çıktık.
Rüzgârlı ve yağmurlu bir gecenin sabahında. Fotoğrafta gece sandalyelerle desteklediğim dış tente ve çadır görünüyor

Şen Kamping kişi başı 10 TL (2011 basımı Lonely Planet’ta 7 TL olduğu yazılıydı). Burada duş için sıcak su bulunmuyor. Deniz kıyısı olduğu için rüzgâra açık, iç bölgelerden daha soğuk oluyor. İnce kum her yere giriyor, temizlemek kolay değil. Denizi ve kumsalı güzel, yazın gelirseniz burayı seveceksiniz.
Şen Kamping'in kumsalı, yazın keyifli ve ucuz bir tatil vaat ediyor

Şen Kamping tel no'ları: (0286) 898 1020/0536 701 7801
Adresi: Aydıncık Plajı, Gökçeada (İmroz), Çanakkale
http://www.e-gokceada.com/sencamp.html

Toparlanıp Gökçeada’ya döndük. Bir kafenin önünde oturup güneşin tadını çıkardık, poğaçalarla kahvaltı yaptık. Rehber kitaplara göz attık, Lonely Planet, Kaleköy’ü (eski adı Kastro) tavsiye ediyordu. Yalnızca birkaç saatimiz kaldığı için buraya gitmeye karar verdik. Yeri gelmişken belirteyim, Gökçeada'nın (ada ile aynı adı taşıyan) yerleşim merkezinde görülmeye değer bir şey yok. Adanın bize göre en ilgi çekici yeri ise Kaleköy’dü. Sırf bu yüzden adaya gelmiş olmaktan dolayı memnuniyet duyduk. Aynı şekilde, buranın adanın en turistik yeri olduğu, pansiyon ve otel sayısından belliydi. 
Kaleden, Kaleköy manzarası

Annie, kale kalıntıları üzerinde güzel havanın ve manzaranın tadını çıkarıyor

Yolun ulaştığı son nokta. Buradan kale kalıntıları yürüyerek iki dakikalık mesafede

Kaleköy çok küçük bir köy. Bir zamanlar yaşayan Rum nüfusun tümü adayı terk etmiş. Burada hâlâ kullanılan bir Ortodoks kilisesi var. Küçük bir yat limanı bulunuyor. Yukarıdaki kale kalıntısı, manzarası nedeniyle en çok görülmeyi hak eden yer. Aynı şekilde, yol üstünde çok güzel taş evler, villalar göreceksiniz. Yollar taş döşeli. Çınar ağacının altında çok güzel bir kahvehane (Mustafa’nın Kayfesi) geçeceksiniz, hemen yanı başında eski bir kilise var. Bu kahvehanede mola verin ve bir şeyler için. Burası huzur verici bir yer. Kale kalıntısına çıktığınızda, Kaleköy’ün yat limanını seyredebilirsiniz. Buranın manzarası çok güzel. Burada yarım saatten fazla oyalandık. Sonra zamanımızın azlığına karşın (yalnızca yarım saatimiz kalmıştı), böyle hoş bir yerde Türk kahvesi içmemek olmaz deyip, kahvehaneye uğradık. Kahvelerimizi içip yola düştük (bir fincan Türk kahvesi 3 TL).
Kale kalıntıları. Aşağıda Kaleköy'ün yat limanı gözüküyor

Kale dönüşü dinlenmek ve kahve içmek için harika bir yer: Mustafa'nın Kayfesi


Eğer feribotla gelirken Kuzulimanı’ndan doğruca Gökçeada’ya giden yolu takip ettiyseniz, burada aynı yolu takip etmeyin. Daha kısa bir yol var ama dikkatli olmanız gerek. Gökçeada’ya doğru yol alırken sağınızda havaalanı tabelasını görür görmez, sola doğru başka bir yol saptığını göreceksiniz, bu yol Kuzulimanı’na giden daha kısa bir yol. Kuzulimanı levhası yalnızca Gökçeada’dan Kaleköy’e giderken var, Kaleköy’den Gökçeada’ya giderken yok, bu yüzden sapağı kaçırmayın. Bu yol on beş dakikada sizi feribotun kalktığı Kuzulimanı’na götürecek. 
Feribot beklerken

Kuzey Ege ve Güney Marmara Motosiklet Gezileri, İkinci Bölüm: Troya ve Gelibolu

İkinci günün sabahı Çamlık Kamping’ten ayrılıp tekrar yola düştük. Yol üzerinde Troya’ya girdik. 
Antik kent girişindeki Troya atının içine girip fotoğraf çektirebilirsiniz

Troya'nın surlar arasında kalan yolları

Troya'nın görkeminden geriye bir şey kalmamış. Arkeologlar çalışmalarını sürdürüyor

Bir zamanlar bu ovanın denizle kaplı olduğuna inanmak zor
Roma dönemine ait sütunlar


Troya'nın küçük tiyatrosu 

Troya'dan bir detay

Burada görülmeye değer pek de bir şey yok, ama İlyada Destanı’nı okuduysanız muhtemelen burayı görmeden geçmeyeceksiniz. Giriş 15 TL. Müzekart geçerli. Annie, müze kartını evde unuttuğu için 15 TL ödedik. Bu, benim Troya yı ikinci ziyaretim. Burada Honda ve BMW’lerden oluşan üç kişilik bir motosikletli grubu ile karşılaştık, baş selamıyla geçtik.
Eski Troya'yı canlandıran maket kent merkezinde, Troy filminde kullanılan atın yanı başında

Troya'nın çeşitli dönemlere ait yerleşim planını gösteren resim


Çanakkale’ye girdik ve vaktimiz olmadığı için doğruca feribot iskelesine gittik. Yolda (şehir merkezine girmeden önce) “Liman”, “Feribot” yazılı tabelalar bizi iki kez yanıltarak yarım saat yitirmemize yol açtı. Bilginiz olsun, Gelibolu feribotu kent merkezinden kalkıyor. Bunun için İstanbul yazan tabelaları takip ederek İstanbul yönüne doğru gitmeniz gerekiyor.


Gelibolu feribot limanında, Troya da karşılaştığımız üç motosikletli ile tekrar karşılaştık. Alman bir grupmuş. İngilizce bilmiyorlar, gene de anlaştık. Almanya’dan motosikletle gelmişler ve şimdi Gelibolu üzerinden Avusturya’ya gidecek, sonra da Almanya’ya döneceklerdi. Bir tanesi, Honda’nın Türkiye’de görmediğim 1000 cc’lik bir endurosu ile (modeli yazmıyordu) 200.000 km. yaptığından söz etti övünerek ve bu motorla gittiği ülkeleri saydı. Feribota beraber binerek motorlarımızı park ettik. Bu arada birkaç gündür harika giden hava bozdu ve rüzgârla beraber yağmur başladı.
Troya ve Gelibolu feribot limanında karşılaştığımız Alman grupla deniz yolculuğu

Feribot yolculuğu yirmi dakika sürdü. Feribottan indiğimizde yağmur çok şiddetlenmişti. Nereye gittiğimizi bile bilmeden bir kahvehane bulabilme umuduyla Kilitbahir’in taşlı sokaklarına daldık. Biraz sonra tepede çam ağaçları altında kurulmuş çok hoş bir kahvehaneye rastladık ve hemen durduk. Ayaklarımız, eldivenlerimiz fena halde ıslanmıştı. Öyle ki, tüm çabalarımıza rağmen eldivenlerimiz gezimizin son gününe kadar kurumayacaktı.
Annie, içeriye girerken ben de motosikletin üzerini örttüm. Burada bir saatten fazla kaldık ve birkaç fincan adaçayı içip ısındık. Kahvehanede emeklilerden oluşan birkaç yaşlı adamcağızdan başka kimse yoktu. Yağmur dinince Kabatepe Orman Kampı’na doğru yola çıktık. Burası Kilitbahir’den yaklaşık 15 km’ydi. Ancak kampinge vardığımızda kapalı olduğunu gördük ve Lonely Planet’tan, Eceabat'a 16 km. mesafede  Hotel Kum adında bir kamping bulunduğunu öğrendik. Birkaç dakikalık yolculuktan sonra buraya vardık ancak burada fiyatlar diğer kampinglere göre daha pahalıydı (kişi başı 20 TL). Başka seçeneğimiz olmadığı için burada kaldık. Otel ücreti, bir kişi 75 TL (üç yıldızlı). Ayrıca burada çok sayıda karavan da var, karavan başı günlük 40 TL alıyorlar sanırım (fiyat listesinde öyle yazılıydı). Tel. no: 0286 814 1455. www.hotelkum.com Burası da kamp için çok güzel bir yer. Tuvaletler Çamlık Kamping’e kıyasla daha temiz. 24 saat sıcak su varmış ancak ne yazık ki duş yapamadık, çünkü yanımızda duş sonrası giyebileceğimiz kuru giysi yoktu. Kumaş (softshell) yan çantaların yağmurlukları olmasına rağmen, yağmurluklar çantanın motorla temas eden kısımlarını kapatamadığı için buralardan giren yağmur suyu elbiselerimizi ıslatmıştı. Hatamız, elbiselerimizi su geçirmez torbalara koymamış olmamızdı.
Gece ıslak elbiseleri tulumumun içine aldım. Sabahın üçünde kafamı çadırdan çıkarıp baktığımda gökte yıldızları gördüm ve hemen kampingin çamaşır askılığına nemli çamaşırlarımızı astım. Sabah 5:00 civarında bir gök gürültüsüyle uyandım. Kafamı tekrar çadırdan dışarı çıkardığımda gökyüzünün yağmur bulutlarıyla kaplı olduğunu gördüm. Hemen koşarak çadırdan dışarı fırladım ve çamaşırları topladım, bu sırada yağmur çiseliyordu. Çadıra girmemle birlikte yeniden sağanak yağmur başladı. Zamanlamam mükemmeldi ama bunu, beni uykumdan uyandıran gök gürültüsüne borçluydum. Biraz daha geç kalsaydım tüm elbiselerimiz çok daha beter ıslanacaktı ve bu kez kurutma umudumuz da kalmayacaktı. Yağmur nedeniyle öğleye kadar çadırdan çıkamadık. Yağmur dinince toparlanıp kahvaltı için Eceabat’a gittik. Orada, bir tostçunun önünde BMW motosiklet gördük. Öyle olunca burada durmaya karar verdik. Motosiklet, büfenin sahibine aitmiş. Kahvaltı için omlet ve menemen bulunduğu da yazılıydı. Menemen yeme umuduyla masalardan birine oturduk ama tosttan başka bir şey bulamadık. Yağmur ihtimaline karşı motosikletin üzerini örttüm. Bir saat sonra tekrar yola düştük. Önce Kabatepe Tanıtma Merkezi’ne gittik (bayram nedeniyle giriş ücretsizdi). Burada küçük bir müze var, savaş sonrası bulunan eşyalar sergileniyor. Sonrasında Namazgâh Tabyası’na gittik (burası Kilitbahir Kalesi civarında ve giriş kişi başı 2 TL; müzekart geçerli değil). Burada da, Kabatepe Tanıtma Merkezi’ndekine benzer bir müze var, görülmeye değer.
Namazgâh Tabyası

Namazgâh Tabyası müzesinden görünüm

Vaktimiz azaldığı için doğruca Seddülbahir bölgesindeki şehitliğe ve anıta gittik. Binlerce genç insanın korkunç bir savaş sonucunda yitip gitmesi insana büyük üzüntü veriyor. Her birinin arkada bıraktığı bir yaşamı, anlatılmaya değer bir hikâyesi varken, cepheye sürülmeleriyle birlikte günün sonunda yalnızca birer istatistiğe dönüşüvermişler. Bu askerlerin adı yok. Anzaklar için durum daha da acı verici. Çünkü ne için savaştıklarını bile bilmeden ölmüşler. Olup bitenler, savaş yaşlıların (politikacıların diye de okuyabilirsiniz) konuşması ve gençlerin ölmesidir, sözünü doğrular nitelikte.
Atatürk'ün cephede çekilmiş ünlü fotoğrafını canlandıran heykel

Türk askerlerine ait mezarlar

Burada bulunan anıt, fotoğraflarda gözükenden daha görkemli. Yapımı altı yıl sürmüş. Ne yazık ki zamanımız olmadığı için burayı yeterince gezemedik, Anzak Koyu ve diğer yerlere de gidemedik. Ama yüreğimiz burada kaldı, en kısa sürede tekrar dönmek üzere ayrıldık.
Şehitler için yapılmış anıt

Anıtın yapımı 6 yıl sürmüş


Bir not… Gelibolu, Türkiye’nin diğer yerlerinden farklı. Öyle ki, insan Anadolu’da olduğunu duyumsamıyor, Avrupa’nın herhangi bir yerindeymişiz hissi veriyor (Amerikalı olan Annie de, burada kendisini Türkiye’de değilmiş gibi hissettiğini söyledi). Çam ağaçları arasındaki mor çiçekler görülmeye değerdi. Yolları dar ama asfalt kalitesi Türkiye ortalamasından daha iyi, bu nedenle motosikletle gezmek çok keyif verici. Yerleşim yerlerinin küçük ve seyrek oluşu da bu hissi destekliyor. Burayı motosikletle gezmenizi tavsiye ederim (ama bu geziyi yaz sıcağında yapmanızı tavsiye etmem).

25 Ekim 2013 Cuma

Kuzey Ege ve Güney Marmara Motosiklet Gezileri, Birinci Bölüm: Ayvalık ve Cunda Adası



15 Ekim ile 19 Ekim tarihleri arasındaki 5 günlük, 1056 km.’lik motosiklet yolculuğumuz İzmir’den başlayıp, İzmir’de son buldu.
Güzergâhımız: Ayvalık (Cunda), Troya, Gelibolu, Gökçeada, Çanakkale ve Assos’tu.
Aşağıda, bu gezinin ilk ayağı olan Ayvalık ve Cunda bölümünü okuyabilirsiniz.

15 Ekim Salı sabahı, İzmir’den motosiklet (Honda CRF 250 L) ile tüm kamp yüküyle birlikte yola çıktık. İlk hedefimiz kabaca 160 km mesafedeki Ayvalık ile Cunda’ydı. Cunda bir ada olmasına rağmen ana karaya çok yakın, bu nedenle çok kısa bir köprüyle geçilebiliyor. Öyle ki, ada olduğu bile anlaşılmıyor.
Ayvalık ve Cunda’nın tarihi oldukça zengin. Bir zamanlar ağırlıklı olarak Rumların yaşadığı bu yerlere, mübadele sırasında Girit, Midilli ve Makedonya’dan gelen Türkler yerleştirilmiş.

Kilise olduğunu tahmin ettğimiz, Antik Yunan mimarisi özelliklerini taşıyan bu hoş bina ne yazık ki yıkılmayı bekliyor

Eski Rum evleri, kiliseler (bunların bazıları camiye çevrilmiş, bazısı yıkılmış, bazısı da yıkılmaya yüz tutmuş durumda), taş döşeli dar sokaklar görülmeye değer. 

Bazı evler restorasyon gördüğü için iyi durumda
Bazı sokaklar, sinema dekorundan çıkmış gibi. İnsanı geçmişte yolculuğa götürüyor.


Yıkılmaya yüz tutmuş eski bir bina

Camiye çevrilen kiliselerden biri

Camiye çevrilen bir diğer kilise. Kimlik değiştiren kiliseler bu sayede kaçınılmaz akıbetlerinden kurtulmuş

Taş döşeli Cunda sokakları eski evlerle dolu

Annie, Cunda sokaklarını keşfediyor
Gittiğinizde mutlaka Palabahçe Kahvehanesi’ne uğrayın ve mevsimi ise Koruk Suyu’nu tadın. Koruk suyu, olgunlaşmamış üzümün suyundan yapılıyor ve Anadolu'da da pişirme aşamasında birçok yemekte kullanılıyor ama içecek olarak günümüzde unutulmaya yüz tutmuş durumda. Henüz olgunlaşmamış dönemde sıkıldığı için tadı şıradan farklı ve daha az şekerli olan koruk suyu, Palabahçe Kahvehanesi'nde 15 Haziran ile Kasım ayları arasında içilebilir. Bardağı 1,5 TL. Kahvehanenin içindeki eski fotoğraflara göz atmayı ve Midilli’den göçen kahvehane sahibi Suat Bey'in hikâyesini dinlemeyi unutmayın (adres: 13 Nisan Sokak, no: 4). Kahvehanenin bulunduğu ve Eski İzmir Yolu olarak anılan dar cadde, bir zamanlar Ayvalık'ın en işlek caddesiymiş. Hava güneşliyse biraz daha zaman ayırıp kahvehanenin önünde oturun, kahvenizi yudumlayın.


Suat Bey ve ailesi tarafından 1950 yılında satın alınan bu kahvehane, sakin ve dinlendirici bir atmosfere sahip

Olgunlaşmamış üzümden yapılan hafif şekerli koruk suyu, Haziran ile Kasım ayları arasında içilebilir

Ayvalık’ta, sahil bölgesinde bulunan Tostçular Çarşısı’nda Ayvalık tostu yiyebilirsiniz. Kamp yapacaksanız, Ayvalık’ta, merkeze yaklaşık 5-6 km. uzaklıkta bulunan ve çam ağaçları arasında yer alan Çamlık Kamping’te kalabilirsiniz. Biz burada geceledik. Çamlık Kamping'e varmadan 30 metre önce, Ayvalık Kamping tabelasını göreceksiniz. Burası da konaklamak için bir başka seçenek. Ama bu kamping hakkında herhangi bir bilgimiz olmadığı için Çamlık Kamping ile kıyaslama yapamıyorum.
Çamlık Kamping'in manzarasını çam ağaçları perdelese de, yirmi metre aşağı yürürseniz sizi karşılayacak hoş manzara buna değecek

Çamlık Kamping’te buzdolabı, internet, duş için sıcak su imkânları var. İsterseniz bungalovlarda da kalabilirsiniz. İnternet sayfasında kişi başı 15 TL yazsa da, kişi başı fiyatı 10 TL. Burası gerçekten de iyi bir kamp yeri. Erkekler tuvaleti ile duşu pek temiz değildi ama Annie’nin söylediğine göre kadınlar tuvaleti ile duşu gayet temizmiş.
Kamping'in tel. no'ları: (0266) 312 2286/0533 559 9508
Adresi: Çamlık Mevkii, Çamlık Koyu, Ayvalık/Balıkesir
www.camlikkamping.com

Denize girmek gibi bir düşünceniz yoksa, Ayvalık için en uygun mevsim İlkbahar ile Sonbahar. Güneşli, rüzgârsız kış günlerinde de buranın tadı çıkarılabilir.
Sahil bölümünde bulunan Tostçular Çarşısı'nda birçok tostçu bulabilir, burada Ayvalık tostu yiyebilirsiniz

Sakin, uygun fiyatlı ve hoş bir kamp alanı: Çamlık Kamping

Yapamadıklarımız: Zaman yetersizliğinden dolayı Cunda manzarasını seyretmek için Şeytan Sofrası ile Cennet Tepesi’ne çıkamadık. Zamanınız varsa buralara gitmeyi unutmayın.

Gelelim Cunda’ya… Cunda da Ayvalık’a benziyor ama dokusunu daha iyi korumuş. Hemen bir not daha ekleyeyim, Cunda, Ayvalık’a kıyasla daha turistik, bu yüzden fiyatlar daha yüksek (Uno Pizza’da Efes malt şişe bira 9 TL, yemekler 30 TL civarı). 

Biz bu geziler için Ekin Grubu’nun Gezi Türkiye Tatil Rehberi ile Lonely Planet’ın Türkiye rehberini kullandık. Bu iki rehber kitabı da daha sonra kıyaslayıp düşüncelerimi paylaşacağım.
Her iki rehber kitabın da sahilde bulunan Taş Kahve’yi tavsiye ettiğini belirteyim. Sahil yolu adanın en işlek bölgesi. Burada bira da içebilirsiniz, biz kahve önünde (gölgede) boş masa bulamadık, bu yüzden burada bir şey içme ve oturma imkânımız olmadı ama burayı sizler için görüntüledik.
Taş Kahve'nin önünde, gölge altında boş masa bulmak kolay olmayabilir

Yüksek tavanlı Taş Kahve'nin içinden görünüm
 
Taş Kahve'nin gözlerden uzak bir köşesinde uyuklayan bir müşteri
Cunda’nın sokaklarında gezmek için de mutlaka birkaç saat ayırın (size tavsiyem, Ayvalık ve Cunda için en az bir tam gün ayırmanızdır).
Bizde unutulmaz anılar bırakan yerlerden biri, Cunda’nın öbür ucu olan Patrice Köyü’ydü. Çok güzel bir kıyıda kurulu köyde yaşayan insan çok az. Burada taştan yapılma eski Rum evlerini görebilirsiniz. Huzur verici bir köy. Köyün öbür ucunda Aya Dimitri (Ay ışığı) Manastırı var. Bizim gittiğimizde restorasyon çalışması nedeniyle ziyarete kapalıydı.
Patrice Köyü

Patrice Köyü'ndeki evler huzur dolu

Patrice Köyü ile manastıra stabilize bir yoldan ulaşılıyor. Yol, köyden sonra biraz bozulsa da her tür motorun gidebileceği bir yol. Özellikle endurolar için keyifli. Yol üstünde durup, karşıdaki küçük adada bulunan manastır kalıntılarını seyredip fotoğraflayabilirsiniz.
Cunda ile Patrice arasındaki yol motosikletliler için keyif verici

Uzakta manastır kalıntısı
Cunda’da, bir tepe üzerinde kurulu Taksiyarhis Kilisesi kalıntılarının biraz üzerinde, eski bir yel değirmeni ile Agios Yannis Kilisesi'ni göreceksiniz. Değirmen, eskiden kiliseye un sağlıyormuş. Buradaki kilise restore edilerek küçük bir kütüphaneye dönüştürülmüş. Burası, Patrik Teodosios zamanında İstanbul'daki Fener Rum Patrikhanesi'ne bağlanmış olan manastırın ana kilisesinin kuzeybatısında kalmakta. Kilise kitaplığı 1835 yılından itibaren zenginleşmeye başlamış, dini kitapların yanı sıra 17. ve 18. yy. kilise hukuku hakkındaki yayınlarıyla da ün salmış. Şapel, 1924 mübadelesi (zorunlu göç) sonrası tahrip olmuş. Yıllarca harap kalan kilise ile değirmen, Rahmi Koç tarafından restore ettirilmiş ve burası, Sevim ve Necdet Kent Kitaplığı adıyla 2007 yılının Ağustos ayında hizmete girmiş (emekli Büyükelçi Necdet Kent'in oğlu Muhtar Kent, kitaplığa, merhum babasından kalma bin üç yüzden fazla kitap bağışlamış). İçeride fresk ve kitapları görebilirsiniz. Kafe bölümü genellikle kalabalık. Hava güneşli ve sıcaksa, gölgede masa bulmak sorun olabilir, nitekim biz bulamadık. 
 Sevim ve Necdet Kent Kitaplığı, eski bir kilisenin restorasyonu sonucunda doğmuş

Kafenin iki taraftan manzarası çok güzel. Burada bir şeyler içip yorgunluk giderebilir ve manzaranın tadını çıkarabilirsiniz.
Hafta sonları kafede boş masa bulmak sorun olabilir
Kafenin her iki yüzü de deniz görüyor

Taksiyarhis Kilisesi'nin kalıntıları. Kilisenin deniz manzarası görülmeye değer





Kitaplık Pazartesi dışında her gün 09.00 ile 17.30 saatleri arasında ziyarete açık. Giriş ücretsiz, internet erişimi bulunuyor. Buraya Ayvalık'tan, Cunda (Alibey) Adası'na kalkan minibüs ve otobüslerle gelebilirsiniz. Ayrıca Ayvalık'tan, Cunda İskelesi'ne her saat başı tekne kalkıyor. Cunda merkezinden buraya doğrudan otobüs yok. Yürüyüş yaklaşık yirmi dakika sürüyor. Mümkünse buraya motosiklet veya araçla değil, yürüyerek çıkın. Böylece Cunda'nın taş döşeli caddelerini ve taş evlerini daha iyi görme imkânı bulursunuz.

Seyahat ettiğimiz yerlerde, eşyalarımızı güvence altına alabilmek için dolaşacağımız yerlerde motosikleti (üzerindeki çantalarla birlikte) ücretli otoparka bıraktık, görevlilerden de göz kulak olmalarını rica ettik. Aklınızın, motorunuzda bıraktığınız eşyalarda kalmaması için aynı yöntemi uygulayabilirsiniz.
Cunda sokakları

Cunda'da restore edilmiş evlerin sayısı daha fazla. Bunların bir bölümü kafe, restaurant ve pansiyon olarak işletiliyor 

Cunda'nın daracık sokaklarında gezmek insanı tüm dertlerinden uzaklaştırıyor

Ayvalık'ta olduğu gibi Cunda'da da ilginç ayrıntılara rastlayabilirsiniz (fotoğraf: Annie Stuart)

Cunda, Ayvalık'a göre daha turistik bir yer