26 Ekim 2013 Cumartesi

Kuzey Ege ve Güney Marmara Motosiklet Gezileri, İkinci Bölüm: Troya ve Gelibolu

İkinci günün sabahı Çamlık Kamping’ten ayrılıp tekrar yola düştük. Yol üzerinde Troya’ya girdik. 
Antik kent girişindeki Troya atının içine girip fotoğraf çektirebilirsiniz

Troya'nın surlar arasında kalan yolları

Troya'nın görkeminden geriye bir şey kalmamış. Arkeologlar çalışmalarını sürdürüyor

Bir zamanlar bu ovanın denizle kaplı olduğuna inanmak zor
Roma dönemine ait sütunlar


Troya'nın küçük tiyatrosu 

Troya'dan bir detay

Burada görülmeye değer pek de bir şey yok, ama İlyada Destanı’nı okuduysanız muhtemelen burayı görmeden geçmeyeceksiniz. Giriş 15 TL. Müzekart geçerli. Annie, müze kartını evde unuttuğu için 15 TL ödedik. Bu, benim Troya yı ikinci ziyaretim. Burada Honda ve BMW’lerden oluşan üç kişilik bir motosikletli grubu ile karşılaştık, baş selamıyla geçtik.
Eski Troya'yı canlandıran maket kent merkezinde, Troy filminde kullanılan atın yanı başında

Troya'nın çeşitli dönemlere ait yerleşim planını gösteren resim


Çanakkale’ye girdik ve vaktimiz olmadığı için doğruca feribot iskelesine gittik. Yolda (şehir merkezine girmeden önce) “Liman”, “Feribot” yazılı tabelalar bizi iki kez yanıltarak yarım saat yitirmemize yol açtı. Bilginiz olsun, Gelibolu feribotu kent merkezinden kalkıyor. Bunun için İstanbul yazan tabelaları takip ederek İstanbul yönüne doğru gitmeniz gerekiyor.


Gelibolu feribot limanında, Troya da karşılaştığımız üç motosikletli ile tekrar karşılaştık. Alman bir grupmuş. İngilizce bilmiyorlar, gene de anlaştık. Almanya’dan motosikletle gelmişler ve şimdi Gelibolu üzerinden Avusturya’ya gidecek, sonra da Almanya’ya döneceklerdi. Bir tanesi, Honda’nın Türkiye’de görmediğim 1000 cc’lik bir endurosu ile (modeli yazmıyordu) 200.000 km. yaptığından söz etti övünerek ve bu motorla gittiği ülkeleri saydı. Feribota beraber binerek motorlarımızı park ettik. Bu arada birkaç gündür harika giden hava bozdu ve rüzgârla beraber yağmur başladı.
Troya ve Gelibolu feribot limanında karşılaştığımız Alman grupla deniz yolculuğu

Feribot yolculuğu yirmi dakika sürdü. Feribottan indiğimizde yağmur çok şiddetlenmişti. Nereye gittiğimizi bile bilmeden bir kahvehane bulabilme umuduyla Kilitbahir’in taşlı sokaklarına daldık. Biraz sonra tepede çam ağaçları altında kurulmuş çok hoş bir kahvehaneye rastladık ve hemen durduk. Ayaklarımız, eldivenlerimiz fena halde ıslanmıştı. Öyle ki, tüm çabalarımıza rağmen eldivenlerimiz gezimizin son gününe kadar kurumayacaktı.
Annie, içeriye girerken ben de motosikletin üzerini örttüm. Burada bir saatten fazla kaldık ve birkaç fincan adaçayı içip ısındık. Kahvehanede emeklilerden oluşan birkaç yaşlı adamcağızdan başka kimse yoktu. Yağmur dinince Kabatepe Orman Kampı’na doğru yola çıktık. Burası Kilitbahir’den yaklaşık 15 km’ydi. Ancak kampinge vardığımızda kapalı olduğunu gördük ve Lonely Planet’tan, Eceabat'a 16 km. mesafede  Hotel Kum adında bir kamping bulunduğunu öğrendik. Birkaç dakikalık yolculuktan sonra buraya vardık ancak burada fiyatlar diğer kampinglere göre daha pahalıydı (kişi başı 20 TL). Başka seçeneğimiz olmadığı için burada kaldık. Otel ücreti, bir kişi 75 TL (üç yıldızlı). Ayrıca burada çok sayıda karavan da var, karavan başı günlük 40 TL alıyorlar sanırım (fiyat listesinde öyle yazılıydı). Tel. no: 0286 814 1455. www.hotelkum.com Burası da kamp için çok güzel bir yer. Tuvaletler Çamlık Kamping’e kıyasla daha temiz. 24 saat sıcak su varmış ancak ne yazık ki duş yapamadık, çünkü yanımızda duş sonrası giyebileceğimiz kuru giysi yoktu. Kumaş (softshell) yan çantaların yağmurlukları olmasına rağmen, yağmurluklar çantanın motorla temas eden kısımlarını kapatamadığı için buralardan giren yağmur suyu elbiselerimizi ıslatmıştı. Hatamız, elbiselerimizi su geçirmez torbalara koymamış olmamızdı.
Gece ıslak elbiseleri tulumumun içine aldım. Sabahın üçünde kafamı çadırdan çıkarıp baktığımda gökte yıldızları gördüm ve hemen kampingin çamaşır askılığına nemli çamaşırlarımızı astım. Sabah 5:00 civarında bir gök gürültüsüyle uyandım. Kafamı tekrar çadırdan dışarı çıkardığımda gökyüzünün yağmur bulutlarıyla kaplı olduğunu gördüm. Hemen koşarak çadırdan dışarı fırladım ve çamaşırları topladım, bu sırada yağmur çiseliyordu. Çadıra girmemle birlikte yeniden sağanak yağmur başladı. Zamanlamam mükemmeldi ama bunu, beni uykumdan uyandıran gök gürültüsüne borçluydum. Biraz daha geç kalsaydım tüm elbiselerimiz çok daha beter ıslanacaktı ve bu kez kurutma umudumuz da kalmayacaktı. Yağmur nedeniyle öğleye kadar çadırdan çıkamadık. Yağmur dinince toparlanıp kahvaltı için Eceabat’a gittik. Orada, bir tostçunun önünde BMW motosiklet gördük. Öyle olunca burada durmaya karar verdik. Motosiklet, büfenin sahibine aitmiş. Kahvaltı için omlet ve menemen bulunduğu da yazılıydı. Menemen yeme umuduyla masalardan birine oturduk ama tosttan başka bir şey bulamadık. Yağmur ihtimaline karşı motosikletin üzerini örttüm. Bir saat sonra tekrar yola düştük. Önce Kabatepe Tanıtma Merkezi’ne gittik (bayram nedeniyle giriş ücretsizdi). Burada küçük bir müze var, savaş sonrası bulunan eşyalar sergileniyor. Sonrasında Namazgâh Tabyası’na gittik (burası Kilitbahir Kalesi civarında ve giriş kişi başı 2 TL; müzekart geçerli değil). Burada da, Kabatepe Tanıtma Merkezi’ndekine benzer bir müze var, görülmeye değer.
Namazgâh Tabyası

Namazgâh Tabyası müzesinden görünüm

Vaktimiz azaldığı için doğruca Seddülbahir bölgesindeki şehitliğe ve anıta gittik. Binlerce genç insanın korkunç bir savaş sonucunda yitip gitmesi insana büyük üzüntü veriyor. Her birinin arkada bıraktığı bir yaşamı, anlatılmaya değer bir hikâyesi varken, cepheye sürülmeleriyle birlikte günün sonunda yalnızca birer istatistiğe dönüşüvermişler. Bu askerlerin adı yok. Anzaklar için durum daha da acı verici. Çünkü ne için savaştıklarını bile bilmeden ölmüşler. Olup bitenler, savaş yaşlıların (politikacıların diye de okuyabilirsiniz) konuşması ve gençlerin ölmesidir, sözünü doğrular nitelikte.
Atatürk'ün cephede çekilmiş ünlü fotoğrafını canlandıran heykel

Türk askerlerine ait mezarlar

Burada bulunan anıt, fotoğraflarda gözükenden daha görkemli. Yapımı altı yıl sürmüş. Ne yazık ki zamanımız olmadığı için burayı yeterince gezemedik, Anzak Koyu ve diğer yerlere de gidemedik. Ama yüreğimiz burada kaldı, en kısa sürede tekrar dönmek üzere ayrıldık.
Şehitler için yapılmış anıt

Anıtın yapımı 6 yıl sürmüş


Bir not… Gelibolu, Türkiye’nin diğer yerlerinden farklı. Öyle ki, insan Anadolu’da olduğunu duyumsamıyor, Avrupa’nın herhangi bir yerindeymişiz hissi veriyor (Amerikalı olan Annie de, burada kendisini Türkiye’de değilmiş gibi hissettiğini söyledi). Çam ağaçları arasındaki mor çiçekler görülmeye değerdi. Yolları dar ama asfalt kalitesi Türkiye ortalamasından daha iyi, bu nedenle motosikletle gezmek çok keyif verici. Yerleşim yerlerinin küçük ve seyrek oluşu da bu hissi destekliyor. Burayı motosikletle gezmenizi tavsiye ederim (ama bu geziyi yaz sıcağında yapmanızı tavsiye etmem).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder