İkinci günün sabahı Çamlık Kamping’ten ayrılıp tekrar yola
düştük. Yol üzerinde Troya’ya girdik.
|
Antik kent girişindeki Troya atının içine girip fotoğraf çektirebilirsiniz |
|
Troya'nın surlar arasında kalan yolları |
|
Troya'nın görkeminden geriye bir şey kalmamış. Arkeologlar çalışmalarını sürdürüyor |
|
Bir zamanlar bu ovanın denizle kaplı olduğuna inanmak zor |
|
Roma dönemine ait sütunlar |
|
Troya'nın küçük tiyatrosu |
|
Troya'dan bir detay |
Burada görülmeye değer pek de bir şey
yok, ama İlyada Destanı’nı okuduysanız muhtemelen burayı görmeden geçmeyeceksiniz. Giriş 15 TL. Müzekart geçerli. Annie, müze
kartını evde unuttuğu için 15 TL ödedik. Bu, benim Troya yı ikinci ziyaretim.
Burada Honda ve BMW’lerden oluşan üç kişilik bir motosikletli grubu ile
karşılaştık, baş selamıyla geçtik.
|
Eski Troya'yı canlandıran maket kent merkezinde, Troy filminde kullanılan atın yanı başında |
|
Troya'nın çeşitli dönemlere ait yerleşim planını gösteren resim |
Çanakkale’ye girdik ve vaktimiz olmadığı için doğruca
feribot iskelesine gittik. Yolda (şehir merkezine girmeden önce) “Liman”,
“Feribot” yazılı tabelalar bizi iki kez yanıltarak yarım saat yitirmemize yol
açtı. Bilginiz olsun, Gelibolu feribotu kent merkezinden kalkıyor. Bunun için
İstanbul yazan tabelaları takip ederek İstanbul yönüne doğru gitmeniz
gerekiyor.
Gelibolu feribot limanında, Troya da karşılaştığımız üç
motosikletli ile tekrar karşılaştık. Alman bir grupmuş. İngilizce bilmiyorlar,
gene de anlaştık. Almanya’dan motosikletle gelmişler ve şimdi Gelibolu
üzerinden Avusturya’ya gidecek, sonra da Almanya’ya döneceklerdi. Bir tanesi, Honda’nın
Türkiye’de görmediğim 1000 cc’lik bir endurosu ile (modeli yazmıyordu) 200.000 km. yaptığından
söz etti övünerek ve bu motorla gittiği ülkeleri saydı. Feribota beraber
binerek motorlarımızı park ettik. Bu arada birkaç gündür harika giden hava
bozdu ve rüzgârla beraber yağmur başladı.
|
Troya ve Gelibolu feribot limanında karşılaştığımız Alman grupla deniz yolculuğu |
Feribot yolculuğu yirmi dakika sürdü. Feribottan indiğimizde
yağmur çok şiddetlenmişti. Nereye gittiğimizi bile bilmeden bir kahvehane
bulabilme umuduyla Kilitbahir’in taşlı sokaklarına daldık. Biraz sonra tepede çam ağaçları altında kurulmuş çok hoş bir kahvehaneye rastladık ve hemen
durduk. Ayaklarımız, eldivenlerimiz fena halde ıslanmıştı. Öyle ki, tüm
çabalarımıza rağmen eldivenlerimiz gezimizin son gününe kadar kurumayacaktı.
Annie, içeriye girerken ben de motosikletin üzerini örttüm.
Burada bir saatten fazla kaldık ve birkaç fincan adaçayı içip ısındık.
Kahvehanede emeklilerden oluşan birkaç yaşlı adamcağızdan başka kimse yoktu.
Yağmur dinince Kabatepe Orman Kampı’na doğru yola çıktık. Burası Kilitbahir’den
yaklaşık 15 km’ydi. Ancak kampinge vardığımızda kapalı olduğunu gördük ve
Lonely Planet’tan, Eceabat'a 16 km. mesafede Hotel Kum adında bir kamping bulunduğunu öğrendik. Birkaç
dakikalık yolculuktan sonra buraya vardık ancak burada fiyatlar diğer kampinglere
göre daha pahalıydı (kişi başı 20 TL). Başka seçeneğimiz olmadığı için
burada kaldık. Otel ücreti, bir kişi 75 TL (üç yıldızlı). Ayrıca burada çok
sayıda karavan da var, karavan başı günlük 40 TL alıyorlar sanırım (fiyat
listesinde öyle yazılıydı). Tel. no: 0286 814 1455. www.hotelkum.com Burası da kamp için çok güzel bir yer. Tuvaletler Çamlık
Kamping’e kıyasla daha temiz. 24 saat sıcak su varmış ancak ne yazık ki duş
yapamadık, çünkü yanımızda duş sonrası giyebileceğimiz kuru giysi yoktu. Kumaş (softshell) yan çantaların yağmurlukları olmasına rağmen,
yağmurluklar çantanın motorla temas eden kısımlarını kapatamadığı için
buralardan giren yağmur suyu elbiselerimizi ıslatmıştı. Hatamız, elbiselerimizi
su geçirmez torbalara koymamış olmamızdı.
Gece ıslak elbiseleri tulumumun içine aldım. Sabahın üçünde
kafamı çadırdan çıkarıp baktığımda gökte yıldızları gördüm ve hemen kampingin
çamaşır askılığına nemli çamaşırlarımızı astım. Sabah 5:00 civarında bir gök
gürültüsüyle uyandım. Kafamı tekrar çadırdan dışarı çıkardığımda gökyüzünün
yağmur bulutlarıyla kaplı olduğunu gördüm. Hemen koşarak çadırdan dışarı
fırladım ve çamaşırları topladım, bu sırada yağmur çiseliyordu. Çadıra girmemle
birlikte yeniden sağanak yağmur başladı. Zamanlamam mükemmeldi ama bunu, beni
uykumdan uyandıran gök gürültüsüne borçluydum. Biraz daha geç kalsaydım tüm
elbiselerimiz çok daha beter ıslanacaktı ve bu kez kurutma umudumuz da
kalmayacaktı. Yağmur nedeniyle öğleye kadar çadırdan çıkamadık. Yağmur dinince
toparlanıp kahvaltı için Eceabat’a gittik. Orada, bir tostçunun önünde BMW
motosiklet gördük. Öyle olunca burada durmaya karar verdik. Motosiklet, büfenin
sahibine aitmiş. Kahvaltı için omlet ve menemen bulunduğu da yazılıydı. Menemen yeme umuduyla masalardan birine oturduk ama tosttan başka
bir şey bulamadık. Yağmur ihtimaline karşı motosikletin üzerini örttüm. Bir
saat sonra tekrar yola düştük. Önce Kabatepe Tanıtma Merkezi’ne gittik (bayram
nedeniyle giriş ücretsizdi). Burada küçük bir müze var, savaş sonrası bulunan
eşyalar sergileniyor. Sonrasında Namazgâh Tabyası’na gittik (burası Kilitbahir
Kalesi civarında ve giriş kişi başı 2 TL; müzekart geçerli değil). Burada da,
Kabatepe Tanıtma Merkezi’ndekine benzer bir müze var, görülmeye değer.
|
Namazgâh Tabyası |
|
Namazgâh Tabyası müzesinden görünüm |
Vaktimiz azaldığı için doğruca Seddülbahir bölgesindeki
şehitliğe ve anıta gittik. Binlerce genç insanın korkunç bir savaş sonucunda
yitip gitmesi insana büyük üzüntü veriyor. Her birinin arkada bıraktığı bir
yaşamı, anlatılmaya değer bir hikâyesi varken, cepheye sürülmeleriyle birlikte günün
sonunda yalnızca birer istatistiğe dönüşüvermişler. Bu askerlerin adı yok. Anzaklar
için durum daha da acı verici. Çünkü ne için savaştıklarını bile bilmeden
ölmüşler. Olup bitenler, savaş yaşlıların (politikacıların diye de
okuyabilirsiniz) konuşması ve gençlerin ölmesidir, sözünü doğrular nitelikte.
|
Atatürk'ün cephede çekilmiş ünlü fotoğrafını canlandıran heykel |
|
Türk askerlerine ait mezarlar |
Burada bulunan anıt, fotoğraflarda gözükenden daha görkemli.
Yapımı altı yıl sürmüş. Ne yazık ki zamanımız olmadığı için burayı yeterince gezemedik,
Anzak Koyu ve diğer yerlere de gidemedik. Ama yüreğimiz burada kaldı, en kısa
sürede tekrar dönmek üzere ayrıldık.
|
Şehitler için yapılmış anıt |
|
Anıtın yapımı 6 yıl sürmüş |
Bir not… Gelibolu, Türkiye’nin diğer yerlerinden farklı.
Öyle ki, insan Anadolu’da olduğunu duyumsamıyor, Avrupa’nın herhangi bir yerindeymişiz
hissi veriyor (Amerikalı olan Annie de, burada kendisini Türkiye’de değilmiş
gibi hissettiğini söyledi). Çam ağaçları arasındaki mor çiçekler görülmeye
değerdi. Yolları dar ama asfalt kalitesi Türkiye ortalamasından daha iyi, bu nedenle motosikletle
gezmek çok keyif verici. Yerleşim yerlerinin küçük ve seyrek oluşu da bu hissi
destekliyor. Burayı motosikletle gezmenizi tavsiye ederim (ama bu geziyi yaz
sıcağında yapmanızı tavsiye etmem).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder